Sunday, February 17, 2013

yarım saate

ayakları kokmayan, derilerinin altı parlayan zenginlerin gittiği bi bardayım. sorma niye. güven bana. herkes zengin görünüyor. herkes gürültülü herkes aç. ama öyle bir açlık ki bu doyurulabilir değil. lanetlenmişler haberleri yok. erkeklerin hepsi gözlerini oyarcasına bakıyorlar. kadınların hepsi oyulmak için dolanıyorlar. herkes aslında birbirine oynuyor fakat gene herkesin yüzü, ellerinden bırakmadıkları telefonlarının mavi ışığıyla aydınlanıyor. geniş deri bir koltukta oturuyorum yanımdakilerle birlikte. sekiz on kişilik bir grubun içindeyim. tam karşımızdaysa bir bar masası ve etrafında iki uzun boylu kel var. gözleri oyuk dişleri büyük. göbekliler yaşları yok. ayakkabıları uzun. burunları uzun. oturduğum koltuğun bir ucunda, bacakları benim boyumda iki üç kız var. o kadar uzunlar ki, beni yaradanla onları yaradan aynıysa, bir insan şüphe edebilir ona inanmakta. karşıdaki oyuk gözlü kellerden daha uzun olanı, bu kocaman kızlardan birinin tam bacaklarının arasına bakıyor. ilham almış gibi takılıp kalmış oyuk gözleri, kızın oyuğunun tahmini koordinatlarında. nihayet yarım saat sonra kız dev gibi kalkıp giderken uzun kelin önünden geçiverince tuttu kolunu kızın. elinden telefonunu bırakmadan kıza birşeyler dedi. kız ona birşeyler dedi. o yine birşeyler dedi. kız gene birşeyler dedi ve yürümeye koyuldu. kızla aynı adımları aynı yöne doğru attı ve birşeyler daha söyledi. bu sefer kız ona bir şey söyledi ve gitti. keller birbirlerine sırıttılar pis pis ve telefonlarına geri döndüler. ben koltukta küçülmüş onları izliyorum. oyuk gözlerine denk gelmemek gerek. parmağını kaparlar. mavi ışıklı suratlar, karanlık gürültünün içinde asılı kalmış maskeler gibiler. gözlerim etrafta daireler çizerken karşımdaki iki kelden de geçiyor. her dönüşte başka bir uzuvlarını görüyorum. sivir ayakkabılarını, zorlanan iki gömlek düğmesini, ayakkabı tokasını, kel ensesindeki girinti çıkıntıları, bardağa deyen tombul parmağının ucunu, ceketinin dar gelmiş pantolonunun kıvrımlarına girip sıkıştığı noktayı ve derken kemer tokasını. adamları tararken, birinin kemer tokasına denk geldiğimde farkettim tam bana dönük bir biçimde baş parmaklarını kemerine takmış dizlerini kıra kıra kalçasını sallıyor olduğunu. istemeden şaşırdım. şaşırınca istemeden gözlerimi yüzüne kaldırdım. ve göz göze geldik. oyuk gözler. gülümseyen büyük dişler ve sallanan koca bi kalça. hemen çevirdim gözümü. dikkatimi çektiğini anlayınca bir kahkaha kopardı koca bedeni. şöyle bir silkelenip başımı eğdim. koltuk beni biraz daha yuttu. ama artık dikkatleri bendeydi. yarım saat önce benim boyumdaki bacak gitmişti, ama şimdi karşılarında bir bacak vardı. gözlerimi yakaladıkları her an gülümsediler. ikisi de. tek tek. ben gülümsemedim. yerimden kalkamadım. bakmadım. ama ordalardı oyuk oyuk. tam karşımda paçalarından salyaları akıyordu. gürültülü karanlık ve uyuşmuş ama ıslak.
hayal ettim.
arabaları gümüşiydi muhtemelen. ama yok, bu ikilinin kesin, fazladan öldürdükleri adamları bağlayıp bagajına kaldırdıkları ve sonra bir denize ya da bir inşaat çukuruna tekmeledikleri beyaz bir opelleri de vardır kesin. lekeli opeller. gözleri oyuk opeller. o gümüşi arabaya bindiğimi düşündüm. gülümseyen büyük dişlerin yanağımın çok yakınında olduğunu düşündüm. arabada aynı gürültünün devam ettiğini düşündüm. herşeyin benden çok büyük olduğunu. sonra nasıl bir ev? ya da bir ev mi? bi oda. cansız bir oda. karanlık ve gürültüsüz. ıslak ve uyuşuk. et. dişlerimin arasına giren kıllar. orana burana deydiğini hissettiğin soğuk ter. ölüm kokan nefesin içindeyim. kesik kesik nefes tokat gibi çarpıp duruyor şakağıma. duyduğum sesler acı çeken büyük bir hayvanınki gibi. ıslak ama kaygan değil. bir kişi mi var yoksa iki mi. üzerimde karabasan gibi bir ağırlıkla zıplayıp duruyor beden. kafası olmayan şişmiş bir beden. ağzımdan böğüren tükrük boynumdan aşağı akarken kaşındırıyor ama ellerim bende değil. kopmuşlar. kocaman iki el arasında çamaşır ipi gibi gergin duruyorum. içime giren şey sanki diğer taraftan çıkıyor. delinmiş oram buram. oyuk. vücudumun her yerine giriyor eğri büğrü kalın organı. giriyor ve çıkıyor. kaymıyor gıcırdıyor. canım acıyor ama hissetmiyorum. midem bulandı. oyduğu oyuklara gire çıka, delikleri büyüttükçe büyütüyor, inceldiğim yerlerden kopuyorum et et. her uzuvum kopmuş her yere dağılmış gibi. yerdeyim. yatağın üzerinde kafasız koca bir beden, benden geri kalanları beceriyor. vücudumun büyük bir kısmı yatağın üstünde, liğme liğme, ben yerden onu izliyorum. kafasız bedenler ölmeden önce zıplıyorlar. herşey paramparça. boşalamıyor bir türlü boşalamıyor. açlığı hiçbir zaman geçmiyor. hiçbir zaman geçemiyor. ölemiyor da. terliyor büyük göbek nefes alırken inip kalkıyor. ter damlaları göbeğin deliğine birikmiş, kıllara takıla takıla aşağıya akıyor sararmış derisinin üzerinden. yatakta et parçaları ve nefes alan koca bir göbek kalıyor. bu gece de ölemedi. bu gece de fazladan ölmüş bir beden var. beyaz opel lazım geliyor.
sonra oda gene cansız. zaman gündüz.
çarşaf yere akmış. kahverengi izler halıda...

yarım saat sonra ceketlerini ve mavi maskelerini de alıp çıkıtılar başka gürültülü karanlıklara doğru.










No comments:

Post a Comment